Arap Ligi (Birliği) ülkeleri Atlas Okyanusu’ndan Basra Körfezi’ne kadar geniş bir coğrafyaya yayılmaktadır. Bölgede nüfusun çoğunluğu Müslüman Arap olmasına karşılık, pek çok küçük etnik ve dini gruplar da mevcuttur. Bölge demografik, jeostratejik, ekonomik, siyasi ve dini yapılarının bir sonucu olarak iç çekişme ve çatışmaların yaşandığı, yabancı güçlerin mücadele/müdahale alanı hâline gelmiştir. Bu gelişmeler, ister çoğunluk isterse azınlık olsun, tüm bölge insanını başta ekonomik, sosyal ve siyasal olmak üzere pek çok açıdan olumsuz etkilemiştir.
Arap Birliği’ne Yönelik Girişimler
Araplar arasında birlik oluşturma fikri 1900’lü yılların başına kadar gitmektedir. Bu fikir özellikle Suriye ve Mısır’da taraftar toplamıştır. Birlik fikrinin öncüleri ise daha çok Hristiyan Araplardır. Bunun temel sebeplerinden birisi de Hristiyan Arapların kendilerini Osmanlı İmparatorluğu’na daha az bağlı hissetmeleridir. Söz konusu dönemde Müslüman Araplar, nispeten, kendilerini dini duygularla kendilerini halifeye bağlı hissetmekteydiler. Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasının ardından bağımsızlıklarını kazananların yanı sıra manda yönetimi altındaki Arap devletleri arasında birlik konusunda diğerlerine gore daha istekli olan ülke ise Mısır’dır. Bunda Mısır'ın kendini
bölgesel bir güç olarak görmesinin önemli etkisi vardır. Arap ülkeleri arasında ilk ittifak ise 1936 yılında, Irak ile Suudi Arabistan arasında gerçekleşmiştir. Bir yıl sonra Yemen İmamlığı da ittifaka katılmıştır.
İttifak anlaşmasına göre ülkeler birbirlerine saldırmayacak, üçüncü bir ülke ittifak üyelerinden birine saldırdığında diğer üyeler saldırıya maruz kalan ülkeye yardım edecek, ülkeler aralarındaki sorunları barışçı yollardan çözecekler, kültürel konularda işbirliği artırılacaktır.
İttifak bu haliyle Arap milliyetçileri tarafından yetersiz bulunmuştur. Onlara göre, üçlü ittifak emperyalizm ve giderek daha büyük tehdit hâline gelen Siyonizm (İsrail) ile mücadele edecek güçten yoksundur. Peki, Arap milliyetçileri bu görüşlerinde haklı mıydı? Arapların kaygılarında ne kadar haklı oldukları 2. Dünya Savaşı’ndan kaçan Yahudilerin yoğun bir şekilde Filistin topraklarına göç etmesi ve başta ABD’de olmak üzere batılı ülkelerde bağımsız İsrail devletine yönelik girişimlerin artması ile ortaya çıkmıştır.
Arap Birliği (Arap Ligi) üye ülkeleri |
Kuruluşu, Üyeleri ve Amaçları
Arap Liginin, diğer adıyla Arap Birliği’nin, kurulmasına yönelik ilk çabalarda bölgenin en etkili emperyalist gücü olan İngilizlerin Arap ülkelerine verdiği onay önemlidir. Bu onay ile İngilizlerin hedefi, bölgede Almanlara karşı bir blok oluşturmak idi. 1943’teki kapsamlı görüşmelerin ardından 7 Ekim 1944’te 5 Arap ülkesi İskenderiye Protokolü ile Arap Birliği’nin temeli atmıştır.
Arap Ligi: Diğer adı Arap Birliği olan kuruluşun temeli, 1944’teki İskenderiye Protokolü ile atılmıştır. Örgüt, 1945’te Kahire’de 6 ülkenin imzaladığı anlaşma ile kurulmuştur. Günümüzde 22 üyesi bulunan Örgütün amacı, üye ülkeler arasında işbirliğini geliştirmek, üyelerin politikalarını koordine etmek, üye ülkelerin bağımsızlık ve egemenliklerini korumaktır.
Arap Ligi’ni (Arab League), resmî adıyla Arap Devletleri Ligi’ni (League of Arab States), kuran anlaşma 22 Mart 1945’te Kahire’de imzalanmıştır. Irak, Lübnan, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Suriye’nin oluşturduğu birliğe 5 Mayıs 1945’te Yemen de katılmıştır. Günümüzde Arap Birliği’nin üye sayısı 22 ve gözlemci üyesi 4’tür. Yaklaşık 350 milyon nüfuslu Arap Birliği ülkeleri arasında ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan pek çok farklılık bulunmaktadır. Örneğin kişi başına gelir açısından en zengin üye ülke ile en fakir üye ülke arasında 108 kat fark vardır. Bahreyn, Irak, Katar Kuveyt ve Suudi Arabistan gibi ülkeler önemli petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip iken, en az gelişmiş ülkelerden birisi olan Somali gıda sıkıntısı yaşamaktadır. Arap Birliği’nin amacı, üye ülkeler arasında yakın bir işbirliği gerçekleştirmek, bu doğrultuda siyasi (politik) faaliyetleri koordine etmek, üye ülkelerin bağımsızlık ve egemenliklerini korumaktır. Barış ve güvenliğin sağlanmasında uluslararası kuruluşlarla işbirliği yapmak, ekonomik ve sosyal ilişkileri düzenlemek, Arap Birliği’nin temel ilkeleri arasındadır. Bu kapsamda üyeler ülkeler arasındaki sorunların barışçı yollardan çözülmesi, ülkelerin egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi, üyeler arasındaki sorunların çözümünde Konseye önemli görevler verilmesi ve üye ülkelerden birine saldırı veya saldırı tehdidi olması durumunda Konseyin kararı ile diğer üyelerin müdahalesi taahhüt edilmiştir.
Arap Birliği'nin Üye Ülkeleri: Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Cezayir, Cibuti, Fas, Filistin, Irak, Katar, Komorlar, Kuveyt, Libya, Lübnan, Mısır, Moritanya, Oman, Somali, Sudan, Suriye (üyeliği askıya alınmıştır), Suudi Arabistan, Tunus, Ürdün ve Yemen.
Arap Birliğinin Yapısı ve Yönetimi
Konsey, Birliğin en üst yönetim organı olan Konsey, genellikle dışişleri bakanları düzeyinde toplanır. Devlet ve hükumet başkanları düzeyinde yapılan konsey toplantılarında ise Arap Birliği’ni ilgilendiren konularda temel kararlar alınır. Konseyde her üyenin bir oyu vardır. Alınan kararların bağlayıcılığı ise sadece oy veren ülkelerle ilgilidir.
Genel Sekreterlik, Birliğin günlük faaliyet yürütmek ve üye ülkeler arasında koordinasyonu sağlamak ile görevlidir. Genel Sekreterlik Mısır’ın başkenti Kahire’dedir. 1979’daki Mısır-İsrail Barış Anlaşması ardından Tunus’a taşınan genel sekreterlik 1989’da Mısır’ın Arap Ligi’ne yeniden kabulü ile tekrar Kahire’ye getirilmiştir. Günümüzde Arap Birliği’nin genel sekreteri, Ahmed Aboul Gheit'dir (Ahmed Ebu Gayt).
Arap Ligi ülkeleri arasında 13 Nisan 1950’de imzalanan Ortak Savunma Anlaşması kapsamında ortak bir askeri komutanlık oluşturulmuştur. Amaç, İsrail tehdidine karşı yürütülen mücadelede koordinasyonu sağlamaktır. 1948 Arap-İsrail Savaşı’nda 5 Arap ülkesi (Irak, Mısır, Suudi Arabistan,Suriye ve Ürdün) ordularının bireysel hareket etmesi, İsrail’e karşı başarısızlığın temel sebepleri arasında gösterilmektedir. Arap Birliği savunma alanında işbirliğinin yanı sıra ortak millî düşmana (İsrail’e) karşı birlikte hareket etme stratejisini benimsemiştir. Arap ülkelerinin 1956’daki savaşın ardından 1967’deki 6 Gün Savaşı’nı kaybetmesiyle 1950’de kabul edilen strateji yavaş yavaş terk edilmeye başlanmıştır. Artık hedef İsrail devletinin bölgedeki varlığına son vermek değil, ülkenin işgal altındaki topraklarını kurtarmaktır.
Bölgesel Sorunlar Karşısında Arap Birliği
Ortadoğu coğrafyası, Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarından itibaren istikrarsızlık ve çatışmaların yoğun olarak yaşandığı bir bölgedir. Bu gelişmelerde başta İngiltere, ABD, İtalya, Fransa ve eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) gibi ülkelerin bölgeye yönelik politikaları önemli bir role sahiptir. İngiliz manda yönetimi altındaki Filistin topraklarına dışarıdan yapılan Yahudi göçünün engellenememesi, toplumlar arası çatışmalara ek olarak İngiliz ordusuna yönelik saldırıların artması sonucunda İngiltere Filistin topraklarından çekilme kararı almıştır. Bu kararın ardından İsrail devletinin kurulması Filistin sorununu derinleştirmiştir. BM nezdindeki görüşmelerde soruna çözüm bulunamamıştır. Filistin Sorunu bağlı olarak İsrail, Arap Birliği’nin ve bölgenin en önemli konusu olmuştur.
Arap ülkeleri ile İsrail arasında yapılan dört önemli savaşın (1948, 1956, 1967 ve 1973) ardından 1977’de Mısır- İsrail yakınlaşması ve 1987’deki gizli Ürdün-İsrail görüşmeleri Arap Ligi ülkelerinin ortak Filistin politikasından uzaklaştığını göstermektedir. Arap Birliği’nin bölgesel sorunlara yönelik ortak politikaların uygulanmasındaki başarısızlıkları birisi de Lübnan İç Savaşı’nda ortaya çıkmıştır. 1975-1990 döneminde yaşanan iç savaşı önlemek için gönderilecek olan 30.000 kişilik Arap Barış Gücü’ne diğer ülkelerin katkı vermek istememeleri nedeniyle barış gücü askerleri Suriye askerlerinden oluşturulmuştur.
1980-1988 dönemindeki Irak-İran Savaşı’nda Körfez ülkeleri ile Ürdün ve Mısır, Irak’ı desteklerken Libya, Suriye ve Güney Yemen (22 Mayıs 1990’da Kuzey Yemen ile birleşerek Yemen Cumhuriyeti’ni oluşturmuşlardır) ise İran’dan yana tavır sergilemişlerdir. 2 Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgalinin ardından 1 ve 2. Körfez Savaşlarında, bazı Birlik üyeleri işgalci güçlerle işbirliği yaparak Birlik üyesi Irak’a saldırmışlardır. 2010’da halk ayaklan-maları ile başlayan Arap Baharı’nda da Arap Birliği’nin (Ligi) başarılı bir sınav veremediği görülmektedir.
Bu süreçte, üye ülkelerin güçlü bir devlet geleneğinin olmaması, ülkeler arasında liderlik ve hegemonya yarışı, Arap Ligi’nin sorunlarla mücadeleetmesi zorlaşmıştır. Arap Ligi’nin bölgesel sorunlar karşısında belki de tek başarısı, kısa vadeli de olsa, 1973’teki Petrol Savaşı’dır. Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Örgütü (Organization of Arap Petroleum Exporting Countries: OAPEC) üyeleri, 1973 Arap-İsrail Savaşı’nda İsrail’e büyük destek veren başta ABD ve Fransa başta olmak üzere Batılı ülkelere petrol ambargosu uygulamıştır. Buna bağlı olarak petrol fiyatları uluslararası piyasalarda yaklaşık dört kat artmıştır. Dünya ekonomisi 1929 Büyük Bunalımı’ndan sonraki en ciddi krizlerinden birini yaşamıştır. Batılı ülkelerin devreye girmesiyle İsrail’in Mısır’a kısmi ödünler vermesi sağlanmış ardından Mısır-İsrail Barış Anlaşması imzalanmıştır.
Bu gelişmeler üzerine Arap dünyası ile Mısır arasındaki diplomatic ilişkiler kesilmiştir. İsrail ile barış anlaşması imzalayan Mısır cumhurbaşkanı Enver Sedat suikastı sonucu hayatını kaybetmiştir. Mısır ile Arap dünyası arasındaki ilişkileri ancak 1980’li yılların sonuna doğru düzelebilmiştir.
Günümüzde Arap Birliği, üye ülkeler arasındaki ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirmeye çalışmaktadır. Böylece üyelerin ve bölgenin ekonomik kalkınmasına katkı sağlamayı hedeflemektedir. Fakat Birliğin pek çok konuda ortak bir tavır alma ve uygulamadaki başarısızlıkları, Arap Ligi’nin gelecekteki projelerine yönelik başarı beklentilerini düşük düzeyde tutmaktadır.
Türkiye-Arap Ligi İlişkileri
Uluslararası ilişkilerde farklılıklardan ziyade ortak noktalar ve ülkelerin çıkarları ön plandadır. Bu açıdan bakıldığında Türkiye ile Arap Ligi ülkeleri arasında tarihî, kültürel, sosyal ve dinî açıdan güçlü bağlardan söz edebiliriz. Türkiye, Arap Birliği üyesi ülkelerle hem ikili hem de çok taraşı olarak ilişkileri geliştirmeyi hedeflemiştir.
2011 yılında Rabat’ta gerçekleştirilen TAF Dışişleri Bakanları Dördüncü Toplantısı sırasında kabul edilen “Kapsamlı ve Sürdürülebilir Türk-Arap İşbirliği için Rabat Girişimi” adlı belge çerçevesinde işbirliği alanlarında çeşitli faaliyetler düzenlenmesi kararlaştırılmıştır. Bu çerçevede, TAF Ekonomi, Ticaret ve Yatırım Bakanları birinci toplantısı, 2013 yılında Mersin'de, ikincisi ise 2015 yılında Kuveyt’te gerçekleştirilmiştir. Üçüncü toplantının 2017 yılında ülkemize tertip edilmesi planlanmaktadır.
Son yıllarda Arap Birliği ülkeleri ile ticaret hacmi artmış, siyasi ilişkiler de gelişmiştir. Bu bakımdan 2007’de Türk-Arap İşbirliği Forumu Çerçeve Anlaşması’nın imzalanması ve 2008’de Birliğin Türkiye’de temsilcilik açması kararı, önemli gelişmelerdir. Bu gelişmeler Türk dış politikasında bir alternatif arayışı olarak algılanmamalıdır. Söz konusu gelişmeler Türk dış politikasının çok boyutlu, çok bölgeli ve çok taraşı karakterinin tamamlayıcı unsurları olarak algılanması gerekir.
Tüm bunların gölgesinde Arap Birliği, Türkiye'yi son yıllarda yaşanan bir çok uluslararası olayda yalnız bırakmıştır. Türkiye'nin özellikle Akdeniz, Suriye ve Libya operasyonlarına yönelik kınama ve tepki yoluna giden Arap Birliği'nin Türkiye'deki algısı gün geçtikçe kötüleşmektedir.
Siz de sizi etkileyen bir olayın fotoğrafını, kısa bir içerikle bize gönderebilir ve Görsel Hafıza ailesine katılabilirsiniz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder